Af...
TBMM’de geçen ay AKP ve MHP’nin oylarıyla kabul edilen ve belirli suçlarda ceza indiriminin yolunu açan İnfaz Yasası’nın 6 Mayıs tarihinde(bugün) Anayasa Mahkemesi’nde görüşülmesi öncesi, 11 Anayasa hukukçusu ortak açıklama yaparak, “bu yanlışın düzeltilmesi” çağrısında bulundu.
Düşüncelerini ifade ettikleri için tutuklu bulunanların anımsatıldığı açıklamada, “Düzenlemenin gerekçesi Covid-19 salgını olarak gösterilmiş olduğu halde, suçlar arasında ayrım yapılarak yaşam hakkıyla doğrudan bağıntılı sağlık hakkı göz ardı edilerek yaşam hakkının özünün ihlaline zemin hazırlanmıştır. Bir siyasal tercih ve bir atıfet olarak infaz kolaylığı ve özel af getirilmiş, ancak şiddet içerikli olup olmadığına dair bir ayrım yapılmaksızın, siyasal muhalefet mahiyetindeki eylemler istisna tutulmuştur. Her şeye rağmen bir anayasal devlet olarak Türkiye’de Anayasa’nın eşitlik, hukuk devleti ve insan haklarına saygı ilkelerinin bağlayıcı olduğunu, bu ilkelerin toplumsal barışın da harcı niteliğinde bulunduğunu hatırlatıyoruz. Anayasa Mahkemesi’nin bu yanlışlıkları, denetim yetkisi ve özgürlükler lehine yorum imkânları çerçevesinde düzelteceğine inanıyoruz. Siyasal çoğulculuğun, anayasal ilkelerin, hukuk ve adaletin ne ölçüde hayati olduğunu, 100 yıllık tarihimizden çıkan dersleri hatırlatarak bir kez daha vurguluyoruz” denildi.
Geçtiğimiz günlerde çıkarılan Af Yasası’nı açıkçası toplumun önemli bir kesimi içine sindirememişti.
Mahkeme tarafından suç sabit görülüp hüküm verildiyse af neden?
Siyasal bir manevra mı?
İçerde bulunan bir kısım ayrıcalıklı mahkûmu serbest bırakmak için uydurulan kılıf mı?
Örneğin katiller, dolandırıcılar, mafya babaları serbest, kamuoyunu bilgilendirdikleri için gazeteciler ya da düşünce suçluları hapiste!
Çok ilginç değil mi?
Toplumsal adalet, af ya da ceza indirimleri ile mi sağlanmalı?
Hukuk devleti ilkesi ödün vermeksizin uygulansa affa gerek mi kalır?
Şimdi okuyacağınız şu iki haber bile Af Yasası çıkarılırken adalet ilkesinin çiğnenmemesinin yanı sıra olayın sosyolojik, psikolojik boyutlarının da asla göz ardı edilmemesi gerektiğini öne sürüyor.
Denizli'de yatağında uyuyan oğlunu kafasına çekiçle vurarak öldürdükten sonra cesedini yakmaya çalışan baba, çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. Baba E.K'nin, geçtiğimiz günlerde ‘Af Yasası’yla cezaevinden çıktığı öğrenildi
İzmir’in Torbalı ilçesinde kamuoyunun tepki gösterdiği 'Af Yasası'yla geçtiğimiz gün cezaevinden tahliye olan kişi, tartıştığı ‘arkadaşını’ taşla öldürdü. Mehmet I. adlı şahıs gözaltına alındı.
Bir de yıllar öncesine gidelim.
Ünlü hukukçu Çetin Yetkin’in Bir Savcı’nın Not Defteri adlı kitabından seçtiğim şu olay hukuk fakültelerinde ders olacak nitelikte;
Çetin Hocamızdan dinliyoruz;
“Bir gün Türkiye’de bir “Adalet Anıtı “dikilirse bu mutlaka uzun yıllar İstanbul 2.Ağır Ceza Mahkemesi’nin başkanlığını yapmış olan Ramiz Emre’nin yontusu olmalıdır.
Ne demek istediğimi daha iyi anlatabilmek için Ramiz Bey’in bir kararından söz etmeliyim size;
İstanbul 2.ağır ceza mahkemesinde duruşmaya daha yeni çıkmaya başlamıştım.
1974’de çıkarılan Af Yasası gereğince bu yasanın yürürlüğe girişinden önceki tarihlerde işlenmiş suçların hemen hemen tümü cezasız kalmış, cezaevlerinde bulunanlar da salıverilmişti.
Af Yasası’ndan sonra ruhsatsız tabanca ile yakalanan ve bu suçtan tutuklanan bir kişinin daha önce başkaları ile birlikte bazı evlere kendilerine elektrik tahsildarı süsü vererek giren, evde bulunan ev sahibi kadınların zorla ırzına geçen ve evdeki değerli eşyaları gasp eden kişilerden biri olduğu anlaşılmıştı. Ne var ki ruhsatsız silah bulundurmak suçunun dışındaki bütün eylemlerinin ya da öngörülen cezalarının alt sınırı Af Yasası kapsamına giriyordu.
Bundan dolayı da savcılık bu davayı açmış, ancak ruhsatsız silah suçundan sanığın cezalandırılmasını, öteki eylemleri için Af Yasası’nın uygulanmasını istemiş bulunuyordu. Buna karşılık, Aksaray’da bir eve bu sanığın yakalanamayan başkaları ile birlikte aynı biçimde girdiği, evde bulunan evli ve çocuk sahibi bir kadının ırzına geçtiği, bilezik ve benzeri eşyalarını da gasp ettiği bütün kanıtları ile ortadaydı.
Şimdi burada iki noktayı açıklamalıyım. Birincisi örneğin Ceza Yasası’nda bir suç için öngörülen ceza 10 yıldan 24 yıla kadar ağır hapis olarak gösterilmişse, Yargıtay ısrarla 10 yıllık cezanın uygulanmasını istiyor, bu alt sınır aşılacak olursa, çok önemli nedenler olmadıkça mahkumiyet kararını bozuyordu. İkincisi siz alt sınırı aşsanız bile, bu olayda olduğu gibi sanık birden çok suç işlemişse, cezalar birleşince Af Yasası’ndaki özel sınırı aşarsa, verdiğiniz ceza hükümsüz kalıyordu. Örneğin, sanığın bu üç suçunun her biri için 24’er yıl ağır hapis cezası verecek olsanız bunlar bir araya getirilip toplanınca yine alt sınır üzerinden ceza verilmiş gibi oluyordu. Bu nedenle de en ağır cezayı verebilmek için söz gelimi bir suçundan 13 yıl 4 ay, ikincisinden 14 yıl 2 ay, üçüncüsünden de buna benzer bir ceza vermek gerekiyordu.
Ramiz Bey, oturup benimle birlikte bunları hesap etti. Topladı, çıkardı. Sonuçta Af Yasası’na karşın adam daha sekiz yıl cezaevinde kaldı.
Bu karar adliyede büyük tepki gördü. Çünkü Af Yasası’na karşın cezaevinde kalan tek kişi bu sanık olmuştu. Yargıtay’da ise tüm dosya her satırın altı çizilerek okunmuş, kararda yasaya aykırı bir yön bulunmadığı için onaylanmış.
Bütün bu gelişmeler karşısında Ramiz Bey şöyle diyecekti:
Biz mahkeme olarak yasaların bize verdiği yetkiyi uyguladık. Kararda yasaya aykırı bir yön yok. Ama asıl önemlisi o kadının hakkını koruduk. Eğer burada birine acıyacaksak bu, o kadındır.”
Son söz olarak demem o ki suç, hukukun üstünlüğü dikkate alınarak sabit görüldüyse ve cezası kesinleştiyse af edilemez.
29 Aralık 2019, 19:29
10 Kasım 2019, 17:32