KÖRFEZİMİN ÇIĞLIĞI (1)
Ürer Konak
KÖRFEZİMİN ÇIĞLIĞI (1)
Çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın Gemlik’i…. 10 bin nüfuslu, eski Rum ahşap evleri, herkesin hemen hemen birbirini tanıdığı yer… Mahalle arkadaşları, büyüklerin küçükleri koruduğu, küçüklerin de büyüklere saygı dolu oldukları yıllar. Sahil kıyısında evler. Önleri yüksekçe taş veya betonla korunan 2-4 katlı ahşap evler… Dalga çıktığında evlere deniz suları girmesin diye yapılmış. Ama çoğu kez alt katlar deniz suları ile dolardı… Evlerin önünde 4-5 m lik bir kumsal. Deniz suyu pırıl pırıl, tertemiz, cam gibi yaz geldi mi biz çocukların en büyük eğlencesi bu denizde yüzmek… Belediye zabıtasının memurları rahat vermezlerdi çoğu kez yüzmemize. Kıyıda soyunduğumuz elbiselerimizi alarak çıkmamızı isterlerdi denizden… Sanırım bizi korumak amacıyla yaparlardı. Ya boğulursak, ya iyi yüzme bilmiyorsak bir tehlike gelmesin diye… Zorlarlardı bizleri denizden çıkmak için.. Yalvarırdık onlara: “Ver elbiselerimi amca! Söz bir daha girmeyeceğim”. Alırdık, ama çocukluk bu ya… Birkaç gün sonra yine girerdik o sıcak yaz günlerinde denize.
Tenekeden kayıklar yapar, iple bağlardık baş taraflarından. Yarışırdık birbirimizle… En güzel kayık kiminse gıptayla bakardık. Sahil çocuklarıydık. Daha çok küçükken yüzme öğrenirdik… En güzel yüzme yeri Kayıkhane Camiinin bulunduğu yerdeki “Tek kaya” idi. Her sokak aralığında denize doğru uzanan beton iskeleler bulunurdu. Kendi yaptığımız 5-6 cm lik misinalı oltalarla buralardan balık tutardık. Hangi balıklar mı? İspari, istavrit, çingene karagözü, izmarit, kumbil, horozbina, sümüklü, ot balığı…. Akşam üstleri yaz günlerinde bir başka güzel olurdu. Mahallenin kadınları, kızları, çocukları deniz kıyısında otururlardı. Hele bir de gökyüzünde ay varsa… Serin serin esen imbat rüzgarında sohbetler edilir, oyunlar oynardık. Delikanlılar sandallarla aheste aheste kürek çekerek tur atarlar, şarkılar, türküler söylerlerdi.
Denizde kahverengi, uzun, ince yosunlar nazlı nazlı salınırlardı… Yosun aralarında çeşit çeşit balıklar… Fırtınalı havalarda dalgaların kopardığı bu yosunlar kumsalda öbek öbek yığılırdı… Bunlardan yığma yosun kaleleri yapar, savaş oyunları oynardık hayvan kemiklerinden yapılmış tabancalarımızla… Mis gibi yosun, deniz kokardı kıyılar… Akşam üzerleri, güneş batmadan 1-2 saat önce çapalarla balık tutardık sandallarla. Ne bolluktu o zamanlar. Kaz veya martı tüyleri taktığımız çapari oltalarımıza beşli-onlu istavritler, bazen uskumrular takılırdı. İrileri alır, küçükleri tekrar denize salıverirdik.
Deniz bereketli, balık boldu o zamanlar. Akşam volileri yapılırdı sahilde. Manyetçiler (mayet derdik biz) ağlarını atarlar, sokak aralarında “kolan” basılırdı. Kolan nedir derseniz? Denize salınan ağları çekmek için ağlara takılıp, bele dolanan ipler. Ucunda taş veya sağlam tahta veya sopa parçaları bulunan ipler… Ağır ağır kıyıya çekilir ağlar… Gören herkes yapışır ağın halatlarına çekmeye yardım edilirdi. Ağın torbası kıyıda bir yere çekilir. Torbanın içi çeşit çeşit balıkla dolu olurdu. Bazen hamsi, bazen istavrit… İyi ve para edecek balıklar “çavela” denilen sepetlere, tavalara doldurulurdu. Geriye kalan yenen balıklar yardım edenlere, konu komşuya bedava dağıtılırdı. O akşam sahile yakın sokaklardaki evler pişirilen balıkların kokusuyla mis gibi kokardı.
Marmara denizimizde ve körfezimizde o yıllarda çok çeşitli balıklar vardı. Büyüklerimizden biliyorduk, söylerlerdi 100 çeşitten fazla olduğunu… Kayıkhane mahallesinin sonundaki çınar ağacının olduğu yerde “Dalyan” kurulurdu. Bu dalyan Ali Reis’in dalyanı idi. Mevsimine göre uskumru, palamut avlanırdı. Çok uskumru tutulduğunda “çiroz” yapılırdı. Kuyruklarından iplere asılırdı, tek tek… Manastır’a kadar hemen hemen tüm sahil çiroz askısı olurdu… Sıcak yaz güneşinde mis gibi kokan uskumrulardan yağları süzülürdü güneş altında… Belli bir süre kuruduktan sonra çirozlar genellikle İstanbul’daki meyhanelere meze olarak satılırdı… Çocukluk bu ya! Koparırdık çirozları yerdik. Hala tadı damağımda çirozların. Şimdi nerede bulacaksın, uskumru mu kaldı denizde, çirozu mu bulacaksın!
Lise çağlarımda (1963-1966 yılları) rahmetli babamın ve ortağı Giritli Kani Amca’nın (Kani Reis diye tanınırdı) mayet ağları ve motoru vardı. Küçük bir tekne, içten takma benzinli bir de motoru… Bu küçük balıkçı teknesiyle yaz tatillerinde çok balıkçılık yaptık. Sabaha karşı 03-04 gibi denize açılırdık. Bazen motor çalışmazlık yapardı. İpini volanına dolar çekerdik, olmaz… Bir daha, bir daha… Bazen küfrederdi rahmetlik… Diğer balıkçı teknelerinden kızdırırlardı Kani Amca’yı “Hamiyeti koy! Zeki Müren’i koy!” diyerek… Deniz kurduydu rahmetlik. Körfezi karış karış bilir, hava tahmininden müthiş anlardı. Nerede hangi balık bulunur hangi saatte, hangi volide hangi balık, kaç halatla çevrilir. Hepsini bilirdi…. Bizler tayfa olarak çalışırdık. Hem yardımcı olurduk, hem de harçlıklarımızı çıkarırdık. İki oğlu, ben ve 6-7 kişi daha tayfa olarak o küçük tekneye sığışırdık. Genelde tekir balığı avlardık fakat her çeşit balık bulunurdu körfezimizde… İspari, karagöz, izmarit, istavrit, yılan balığı, pisi, sardalya, hamsi, mezgit, kırlangıç, çinekop, çarpan, vatoz gibi…
İri tekirler, boylarına göre çinko tavalara konur, gazinolar ile sahildeki cami arasında kalan dereye girerdik. Kabzımallar (alıcılar) orada beklerlerdi balıkçıları…. Pazarlıklar yapılır, canlı canlı taze balıkları satardık… Kazanılan para belli bir usule göre pay edilirdi…. Bazen 3-4 voli yapılsa da az balık tutulurdu. Dönerken şimdiki Azot Fabrikasının iskelelerinin olduğu yerde “Koca çukur” denen yerde hemen 2-3 halatlık kısa bir voli yapardık. Mercan balığı yatağıydı orası… Şimdi mercan balığını ancak kitaplarda görüyoruz. Hiç unutamadığım bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim.
Bir gün “Manastır Taşı” denen yerde sabah volisinde “sinarit” balığı tutmuştuk. 3-4 kiloluk bir balıktı, iriceydi. İlk defa görüyordum balığı… Çok güzeldi. Pulları gökkuşağı renkleriydi. Çok değerli bir balıkmış, sonradan öğrendim, Epeyce de iri “hani” balığı da tutmuştuk. Hepsini İstanbul’a yolladık. İyi para etmiş, iyice pay almıştık.
Körfezimiz o yıllarda çok zengindi balık çeşidi bakımından. Çok sayıda mayetçi ve gırgır reislerimiz ve balıkçılarımız vardı. Pek çok aile balıkçılıktan evlerinin geçimini sağlardı. Anımsayabildiğim bazı reislerimizi sayayım. Manyetçilerden İlyas Kaptan ve oğlu Hüseyin Reis, Küpeli Reis ve oğlu, Avcı Mehmet, Mehmet Reis, Erhan Reis …. gibi. Gırgırcılardan Ali Reis (Toplu) oğulları İbrahim, Mehmet diğer kardeşleri ve oğulları Halil, Ömer Reisler, Etçi Kardeşler, (Ahmet Reis, Hüseyin Reis … oğulları) şapşak kardeşler ve Kapaklı’dan, Fıstıklı’dan pek çok reisler vardı.. Hatırlayamadıklarım bana kızmasınlar… Bugün bunların çoğu yetersiz balık olduğu için mesleklerini bıraktılar, teknelerini sattılar….
Devamı yarın....
09 Kasım 2024, 15:54
30 Ekim 2024, 16:45
11 Ekim 2024, 17:03
16 Eylül 2024, 17:14
23 Kasım 2023, 14:27
25 Eylül 2023, 15:59
12 Haziran 2023, 15:04
18 Mayıs 2023, 17:23
10 Kasım 2022, 09:58
28 Ekim 2022, 17:32
06 Ekim 2022, 13:25
17 Mart 2022, 15:40
11 Kasım 2021, 09:54
28 Ekim 2021, 13:02
02 Ekim 2021, 13:32
10 Eylül 2021, 12:45
30 Ağustos 2021, 09:37
09 Haziran 2021, 10:58
24 Nisan 2021, 13:08
17 Mart 2021, 13:20
11 Mart 2021, 14:56
10 Kasım 2020, 10:40
28 Ekim 2020, 15:09
10 Eylül 2020, 15:25
28 Ağustos 2020, 11:13
23 Temmuz 2020, 10:25
30 Haziran 2020, 13:22
17 Mart 2020, 12:14
06 Mart 2020, 17:00
05 Mart 2020, 15:07
28 Kasım 2019, 11:01
27 Kasım 2019, 17:00
07 Kasım 2019, 16:32
30 Ekim 2019, 15:35
29 Ekim 2019, 15:17
26 Eylül 2019, 18:21
25 Eylül 2019, 18:35
24 Eylül 2019, 18:09
28 Ağustos 2019, 17:43
27 Ağustos 2019, 14:18
21 Temmuz 2019, 15:47
16 Mayıs 2019, 18:45
22 Nisan 2019, 14:40
17 Mart 2019, 16:42
11 Mart 2019, 15:24
17 Şubat 2019, 18:42
24 Aralık 2018, 14:09
12 Aralık 2018, 04:49
11 Aralık 2018, 16:10
11 Aralık 2018, 16:10
11 Aralık 2018, 16:10