MUSTAFA KEMAL'İN SAMSUN'A ÇIKIŞI KONULU BİR YAZI

Kadri Güler Profil Resmi
Kadri Güler

MUSTAFA KEMAL'İN SAMSUN'A ÇIKIŞI KONULU BİR YAZI

Sevgili arkadaşlar, bugün Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna giden yolun en önemli günlerinden biridir.

Mustafa Kemal ve arkadaşları 16 Mayıs 1919 İstanbul Gala Rıhtımından yola çıktı.

Mustafa Kemal, emperyalistler tarafından işgal edilen yurdu kurtarmak için, İstanbul da başlattığı gizli toplantılar sonucu, Anadolu ya çıkılarak bir halk hareketi başlatılmasının zorunlu olduğunu söylüyor, bunun bir yolunu arıyordu.

Bilhassa Şakir Paşa’nın desteği ile başlattığı girişimlerinin sonuç vermesi üzerine, son Osmanlı Padişahı Vahdettin, Sadrazam Damat Ferit Paşa ve Harbiye Nazırı Şakir Paşa’nın imzaladığı bir kararname ile Samsun da 9. Ordu Müfettişliği görevine tayin edildi.

Mustafa Kemal’in yeni görevi, Samsun ve civarındaki bölge halkına eziyet eden, Türkleri öldüren Rum çetelere karşı örgütlenen ve savaşan yöresel Türk milis kuvvetlerinin bu hareketlerini durdurmak, silahlarını toplamak ve cezalandırılması ve düzeni sağlamaktı.

Bandırma gemisiyle Samsun’a hareket için 16 Mayıs 1019 günü İstanbul Galata Rıhtımından yola çıkıldı. Karadeniz kıyıları İngiliz donanması tarafından işgal edilmiş, İngilizlerin kontrolü altındadır.

İngilizlerin Padişah Vahdettin’den isteği bu bölgelerdeki Rumlara karşı çatışan Türk milislerinin durdurulmadır. Yoksa bu görevi kendileri yerine getireceklerdir.

Hazırlanan fermanda; Mustafa Kemal’a eşlik edecek 23 subay, 25 er, 6 at ve 3 otomobil vardır. Bu, yolda gemiyi durduracak yabancı güçlere karşı bir çeşit görevlendirme vizesi idi.

Bandırma gemisi, 19 Mayıs 1019 günü sabah saat 8.oo de Samsun Tütün İskelesi’ne varır.

Her 19 Mayıs geldiğinde Saraycılar, Mustafa Kema’in Samsun’a gönderinin Padişah Vahdettin olduğunu, bu görevin bir devlet operasyonu olduğunu, en ince ayrıntısına kadar önceden hazırlandığını, amacın Samsundan başlayacak bir kurtuluşu başlatmak olduğunu iddia ederler.

Oysa gerçek bu değildir.

Ümit Minel tarafından 29 Mayıs 2023 günü Politika Dergi’sinde yayınlanmış aşağıdaki yazıyı sabırla okumanızı dilerim.

İngiliz işbirlikçisi Padişah Vahdettin ve Damat Ferid’i yücetmek isteyenleri değil, tarihin gerçeklerini bilmemiz gerekir.

X. PADİŞAH VAHDETTİN’İN ATATÜRK İÇİN İDAM FERMANI

Yazan: Ümit MİNEL: Salı, (29/05/2012 - 08:02)

“ Atatürk’e karşı çıkanlar ne yazık ki, bugün aldıkları nefesi Tanrı’ya, hürriyetlerini de M. Kemal Atatürk’e borçlu olduklarını unutmuş durumdalar “

Sevgili okuyucular,

Padişah Vahdettin 1920 yılında son Haçlı işgalinden kurtulmak için Anadolu’da Türk halkını yanına alarak kurtuluş savaşı başlatan Mustafa Kemal ve silah arkadaşları ile bu savaşa katılan halk için idam fermanı imzalamış ve bu fermanı düşman uçakları ile Anadolu’ya dağıtmıştı. Bu fermana metni Türklüğü hakir gören, Türk olmaktansa arap olmayı tercih eden İngiliz hayranı Mustafa Sabri tarafından yazılan ölüm fetvası da eklenmişti.

Kurtuluş savaşı kahramanlarının yakalanması ve öldürülmesi için Padişah Vahdettin tarafından imzalanan fetvayı o devrin Şeyhülislâmı olan Haydarizade İbrahim Efendi haksız bularak imzalamayıp istifa edince, bu göreve sonradan getirilen Dürrizade Abdullah imzalar. Mustafa Sabri'nin kaleme aldığı fetvada özetle şöyle denilmekte: “ Padişah'ın aksi emrine rağmen istilacılara karşı direnişe geçen milliyetçilerin öldürülmeleri caiz olmakla kalmayıp hatta her müslümanın dini görevidir. Bu uğurda ölenler şehit, kalanlar gazi sayılır...”

YURTSEVER DİNADAMLARI

KARŞI FETVA VERDİLER

Şeyhülislam fetvasına karşı Atatürk’ün yanında yer alarak Kurtuluş Savaşı’na destek veren başta Ankara Müftüsü Rıfat (Börekçi) Efendi olmak üzere,153 müftü karşı bir fetva hazırlayıp Şeyhülislâmın Fetvasına karşı çıktılar. Verilen fetva’da da “...savaşan ve dini vazifesini yerine getiren İslam halkına karşı düşman tarafını tutarak İslamlar arasında fitne çıkararak silah kullanan Müslümanlar şeriatça günahların en büyüğünü işlemiş ve fesada yönelmiş olurlar mı? Beyan buyrula.

Cevabı budur: Hakikati Allah bilir ki, olurlar

Bu suretle düşman devletlerinin zorlamaları ve kandırmalarıyla olaylara ve gerçeklere aykırı olarak çıkarılmış bulunan fetvalar İslam halkı için şeriatça muteber olurlar mı? Beyan buyrula.

Cevabı budur: Hakikati Allah bilir ki, olmaz..."

Ankara Müftüsü Rifat Efendi (Börekçi)

Türk ulusunun kurtarıcısı, çağdaş- uygar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu, kazandığı kurtuluş savaşı ile esaret altındaki ülkelerin-insanların rehberi olan Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşları hakkında idam fermanı ve fetvası verenlerin akibetlerinin ne olduğunu ise biraz tarih okuyanlar bilirler. Zira, Kurtuluş Savaşı sonrası başta Padişah Vahdettin olmak üzere Sadrazam-Başbakan Damat Ferit, Mustafa Sabri ve daha niceleri çeşitli ülkelere kaçtılar.......

İŞGALCİLERE “ DOST “ DİYEN

BİR PADİŞAH!

Padişahı Vahdettin, İzmir valisi Kambur İzzet'e bir telgraf çekmişti. Bunu bilmeyen yoktur. Bakınız o telgrafta ne diyor Vahdettin;

" Yunanlılar dostumuz olup bize yardıma gelecekler. Medeni insanlar. Onlara her türlü yardımı yapınız..

Vahdettin’in bu telgrafı sonrası İstanbul Rum Patriği, Türkiye Rumlarının Türk Devletine tâbiiyyet-vatandaşlık sorumluluğu kalmadığını ilan etti. Yunan askerleri İzmir’de karaya çıkar çıkmaz fes giyen ve " Zito Venizelos-Çok yaşa Venizelos" demeyenlerin hepsini öldürmeye başladılar. Hatta 17. Kolordu subayı Süleyman Fethi Bey'i de " Zito Venezilos" demeye zorladıklarında," Ben Türk askeriyim, öyle şey söyleyemem " deyince onu da öldürdüler. İşgal süresince Yunan askerleri halktan birçok insanı öldürdü, yağma hareketine girişti ve kadınlara-kızlara saldırdılar. Bu durum Atatürk’ün Yunan askerlerini Ege denize dökünceye kadar devam etti.

Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanınca Vahdettin kellesinin alınacağı korkusuyla once İngiltere’ye iltica etmek istedi ama İngiltere bu talebi kabul etmedi. Bu defa kaçmasına yardım edilmesini isteyince İngilizler onu Malta adasına atıverdi.16 Mayıs 1926'da İtalya'da vefat eden Vahdettin’in cenazesi Şam'da Sultan Selim Camii kabristanına defnedildi.

MUSTAFA KEMAL

ESARETİ KABUL ETMİYORDU

19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa’nın faaliyetleri karşısında, Karadeniz Ordusu Kumandanı General Milne, artık daha kesin davranmak gereğini duyar ve 6 Haziran’da Harbiye Nezaretine gönderdiği telgrafta,

“...seçkin bir Generalin- Mustafa Kemal’in ve Karargâhının bugünkü ortamda ülkede dolaşmaları, kamuoyunu rahatsız edici bir durumdur ve askerlik bakımından onların çalışmaları için bir zaruret de görmüyorum. Kemal Paşa’nın ve Karargâhının derhal İstanbul’a dönmeleri için emir vermenizi talep ederim ” denilmekte.

Bu istek üzerine, Harbiye Nazırı (Şevket Turgut Paşa), Mustafa Kemal Paşa’ya şu telgrafı gönderir:

“ Emrinizdeki istimbotlardan biri ile buraya teşrifiniz rica olunur.”

Mustafa Kemal Paşa, bu geri çağrılış isteğinin İngilizlerden geldiğini gizli bir haberleşme sonucu Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat Paşa’dan öğrenir ve 11 Haziran’da gönderdiği telgrafla, Harbiye Nezaretine oyalayıcı bir cevap verir:

Mustafa Kemal Paşa, 12 Haziran günü, karargâhı ile birlikte Havza’dan ayrılarak, çevre güvenliği bakımından daha uygun bir yer olan Amasya’ya gider. Burada bulunduğu iki haftalık (12-25 Haziran 1919) süre içinde, millî teşkilâtı geliştirme yolunda yine yoğun bir çaba içerisindedir. Mustafa Kemal 14 Haziran’da Padişah Vahdettin’e gönderdiği telgrafta, yabancıların tutumlarını eleştirerek şu kararını belirtir:

“...Eğer zorlanırsam, görevimden istifa ederek, daha önce de olduğu gibi, Anadolu’da ve milletin bağrında kalacağım ve vatanî görevime bu kez daha belirgin adımlarla devam edeceğim...”

VAHDETTİN’ İN İNGİLİZLERLE

OLAN İŞBİRLİĞİ

Vahdettin’in tahta çıktığında, " Ben bu makam için hazırlanmadım. Çocukluğumdan beri vücutça rahatsız olduğumdan laikiyle tahsil edemedim. Fakat takdiri ilahi böyle teveccüh etti, bu ağır vazifeyi deruhte eyledim. Şaşmış bir haldeyim, bana dua ediniz." şeklindeki sözleri zaten onun beceriksiz bir padişah olduğunu gösteriyordu. Vahdettin, 3 Temmuz 1918'de Sultan Reşat'ın ölümü üzerine 57 yaşında tahta çıktı. İşgal olunca: işgalci düşmanlar istedi diye orduyu terhis, cephanelerini, ülkesini ve milletini de düşmana teslim etmişti. Annesinin İngiliz kökenli olması nedeniyle olsa gerek müthiş bir İngiliz hayranı idi.

Değerli, araştırmacı ve yazar Fethi Karaduman, “Padişah Vahdettin ve işbirlikçiler” başlıklı yazısının bir bölümünde, “ Padişah Vahdettin, bir İngiliz zırhlısıyla Türkiye’den kaçana dek, İngilizlerin ulusal kurtuluş hareketini-Kurtuluş Savaşı’na katılanları silah zoruyla ezmelerini ve Osmanlı Devleti’ni koruyucu kanatları altına almalarını istemiştir “ diyor ve Vahdettin’in İngiliz Yüksek Komiseri ile yaptığı görüşmeleri anlatıyor. Padişah Vahdettin’in 21 Mart 1921 günü İngiltere Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold’la her türlü ihanet ölçüsünü aşan konuşmaları önemli bir örnek. İşte o ihanet konuşmaları;

“…Ankara liderlerinin Türkiye ile hiçbir gerçek bağlantıları yoktur. Ne kan bağıyla, ne de başka bir şeyle ülkeye bağlıdırlar. Mustafa Kemal, kökeni belirsiz bir Makedonya ihtilalcisidir. Kanı Bulgar, Sırp, Rum her şey olabilir. Daha çok Sırp’a benzer…

Ankara liderleri arasında hiçbir gerçek Türk bulunmaz… Gerçek Türkler, köklerine bağlıdırlar, sadıktırlar. Fakat benim İngilizlerin elinde tutsak olduğum biçimindeki saçma uydurmalarla kandırılmakta ya da sindirilmektedirler. Bu şakiler, benim boyun eğeceğimi sanıyorlar. Dış destek aradılar, bunu Bolşeviklerde buldular… Müslüman Türklerin Bolşeviklikle hiçbir ilgisi olamaz. Bolşeviklik dinleriyle bağdaşmaz. Ama bu, onlara zorla kabul ettirilirse ne olacak?... Benden bir avuç isyancıya boyun eğmem istendi. Her türlü kişisel özveride bulunmaya hazırım, fakat böyle utanç verici bir boyun eğişle şerefimi feda edemem, mirasımı ve tahtımın çıkarlarını tehlikeye atamam. Birliği gerçekten isterim, ama birlik ancak asilerin meşru otoriteye boyun eğmeleriyle sağlanabilir halen bu otoriteyi gösterecek güçten tamamen yoksunum.”

Bir yıl sonra, 6 Nisan 1922’de Vahdettin, İngiltere Yüksek Komiseri’ne yine aynı dille seslenmektedir:

“…Ankara’daki askeri ihtilal örgütü, eski İttihat ve Terakki’nin yeniden ortaya çıkışından başka bir şey değildir. KENDİSİNİ MİLLİYETÇİLİK MASKESİ ALTINDA GİZLEMEKTEDİR. BÖYLECE YUNAN İSTİLASININ YARATTIĞI DUYGULARI SÖMÜREREK HALKI KANDIRMAYI BAŞARMIŞTIR. Gerçekte halkın yüzde 90’ı Ankara çetesine içinden karşıdır. Fakat halk, hiçbir şeyden gerilemeyen ve her şeyi elinde toplayan adamların baskı metotları altında tutulmaktadır. Bu adamların tutkusu, egemenliklerini İstanbul’a taşımaktadır.”

Vahdettin’in Büyük Taarruz’un yaklaştığı bir sırada, 7 Ağustos 1922’de İngiltere Yüksek Komiseri’ne söyledikleri de bir başka ihanet belgesi olarak ortaya çıkmıştır

“ MİLLİCİ LİDERLER BİR HÜKÜMET DEĞİLDİR, BİR İSYANCILAR VE İHTİLALCİLER TOPLULUĞUDUR. Onlar, İttihat ve Terakki’nin canlandırıcılarıdır. Çeşitli adlar atında –ki bunların sonuncusu ‘MİLLİYETÇİLER’dir.- kişisel çıkarları için, ülkede egemenliklerini kurmaya çalıştılar. Masum halkın vatanseverliğini ve iyi niyetini sömürdüler. İnançları ve politikaları bakımından, onlar Bolşevik’ten başka bir şey değildirler. Ben ve hükümetim, barış yapmaya bu yolda özverilerde bulunmaya hazırdır…

PEKİ MUSTAFA SABRİ KİMDİR ?

Araştırmalarıma gore, 1869 yılında Tokat-Turhal’da doğan Mustafa Sabri, bir çok isyancı, darbeci faaliyetlere karışmış bu nedenlerle defalarca yurt dışına kaçmış, İngiliz hayranı biri. 1918 yılında Tokat’tan Milletvekili seçilmiş. Bir ara Şeyhülislâm’lık görevini de üstelenmiş.1954 yılında Mısır’da öldü.

Bugün Tokat’ta bazı Atatürk ve cumhuriyet karşıtları Mustafa Sabri’nin yaptıklarını tam bilmediklerinden onu adeta kahramanlaştırmışlar ve bir hastahaneye de adını vermişler. Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkan, Osmanlı hükümetine Sevr Antlaşmasının imzalanmasını öneren, Kurtuluş Savaşu kahramanları hakkında idam fetvası verilmesini sağlayan ve İngilizlerin kontroluna girmemizi isteyen Mustafa Sabri azılı bir Atatürk ve Türklük düşmanı idi.

Milli mücadeleyi din dışı ilan eden Mustafa Sabri’nin Vatikan’dan yardım istemesini Emekli İlahiyatçı, Müftü veCHP İstanbul M,illetvekili İhsan Özkes, “ İhanet ” olarak değerlendirirken, “ Mustafa Sabri ve onun gibi düşünenler hep ihanet içinde olmuşlardır ” diye konuştu. Türk topraklarının işgal kuvvetlerine bırakılmasını öngören Sevr Antlaşması’nın imzalandığı dönemde Osmanlı Şeyhülislamı olarak görev yapan ve milli mücadeleye karşı çıkan Mustafa Sabri’nin, yurt dışına kaçtıktan sonra, Vatikan’a mektup yazarak, Türkiye’de hilafeti yeniden kurmak üzere yardım istediği belgelendi.

Habertürk gazetesinde yayımlanan ve Türkiye Katolik Ruhani Reisler Kurulu’nun resmi tarihçisi, kültür ataşesi ve aynı zamanda basın sözcüsü Dr. Rinaldo Marmara’nın açıklamalarına dayandırılan haberde, Mustafa Sabri’nin Vatikan’a yazdığı 3 sayfalık mektup da yer alıyor.

Vatikan gizli arşivlerinde yer alan belgenin Roma’da yazıldığının anlaşıldığını belirten Dr. Rinaldo Marmara mektupla ilgili olarak şunları söylüyor, “ Mektup, Vatikan Dışişleri Bakanı Kardinal Gasparri adına dönemin Papa’sı XI. Pius’a iletilmesi için yazılmış. Mektuptan anlaşılan, Mustafa Sabri kaldırılan hilafetin yeniden inşası için Vatikan’dan yardım istediği. Bu mektup, dinler arası kardeşliği göstermesi açısından da önemli. Çünkü mektupta Mustafa Sabri, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında bir çatışma olmadığını, çatışmanın din ile dinsizleştirme arasında yaşandığını belirtiyor.”

PEKİ BİZ KİMİNLE SAVAŞTIK?

Mustafa Sabri’nin Papa XI.Pius’tan hilafetin tekrar inşası için istediği maddi ve manevi yardımı değerlendiren CHP İstanbul Milletvekili emekli müftü İhsan Özkes, YENİÇAĞ gazetesinin konuyla ilgili sorularını şöyle cevaplıyor;

“ Emperyalizme karşı olan tüm din adamları Atatürk’ün yanında yer alırken, emperyalizmin dış güçlerle irtibatı olan uşaklığı ve mandacılığı benimseyenler Kuvay-i Milliye ve Cumhuriyetin karşısında durmuşlardır. Mustafa Sabri’nin Papa’ya yazdığı mektupta hilafet komitesinin Hıristiyanlarla genel bir dayanışma içinde bulunacağını söylüyor. Yine Hıristiyanlarla Müslümanların çatışması olmadığını belirtiyor. Mustafa Sabri ve onun gibi düşünenler hep ihanet içinde olmuşlardır. Anadoluya kimler saldırdı, Haçlı, Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında bizle çarpışanlar kimlerdi? Zaten bu anlayışta olanlar hep dış güçlerle anlaşmışlar. İşte kendi insanlarının hain ilan etmişler ve onlarla adeta düşman gibi savaşmışlardır.”

Mustafa Sabri, Millî Mucadele’ye şiddetle karşı çıkan isimlerin başında geliyordu. Milli Mücadeleye karşı düşmanca davranışlar sergiledi, milli hareket lehinde çalışan din adamlarını ve Milli Mücadelenin meşru olduğuna dair fetva veren Ankara Müftüsü Mehmer Rıfat Efendi’nin idama mahkum edilmesinde etkili oldu. Ermeni yalanlarıyla asılan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in öldürülmesi için fetva vermişti.

1922 de Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk ordusunun zaferi sonucu Mustafa Sabri ailesini alarak İngilizlerin temin ettiği bir yük gemisiyle Mısır'a kaçtı. Orada hakir görülünce Yunanistan'a sığındı. Burada oğlu İbrahim ile birlikte Yarın ve Peyamı-ı İslam gazetelerini çıkardı. İtalyan gazetelerinde yer alan bir bildirisinde kendi halkı için Müslüman barbarlar dedi. Yunanistan'da çıkardığı Yarın adlı gazetesinde Türklüğüne tövbe ettiğini, Türklükten istifa ettiğini de şöyle açıklamıştı :

“ Yalnız Müslüman ve insan olarak kalmak üzere,

Türklükten, şeref ve izzetimle istifa ediyorum Allah'ın huzurunda!...

Tövbe yarabbi tövbe Türklüğüme

Beni Türk milletinden addetme.”

Bir başka yazısında da Türk milliyeti yanında Arap milliyetinin, Türk dili yanında Arap dilinin çok daha üstün olduğunu belirterek, Arap milliyeti ile iftihar etmenin daha akla uygun olacağını belirtiyor.

AKP’LİLER ADINA

VAKIF KURDULAR

Tokat Belediyesi, 2007 yılında kurulan vakfa, Milli Mücadelenin düşmanı, İngiliz dostu Mustafa Sabri’nin adını verdi. Vakfın yöneticileri arasında AKP Tokat milletvekilleri Resul Tosun ve Mehmet Ergün Dağcıoğlu da yer aldı.

......

ATATÜRK VE SİLAH ARKADAŞLARI

İÇİN VERİLEN ÖLÜM FERMANI

“ Kuva-yı Milliye adı altında çıkardıkları fitne ve fesatla, anayasaya aykırı olarak halktan zorla para toplamak, asker almak, bunun aksine hareket edenlere işkence ve eziyet ederek şehirleri yakıp yıkmaya kalkmak suretiyle iç güvenliği bozanların tertipçisi oldukları iddiasıyla haklarında dava açılan, Üçüncü Ordu Müfettişliğinden alınarak askerlik mesleğinden çıkartılmış bulunan Selanikli Mustafa Kemal Efendi, Eski yirmi yedinci fırka kumandan miralaylıktan emekli İstanbullu Kara Vasıf Bey, Eski yirminci kolordu kumandan Mirliva Salacaklı Fuat Paşa ile Eski Vashington (Washington) elçisi ve Ankara milletvekili Midillili Alfred Rüstem ve sıhhiye eski müdürü İstanbullu Doktor Adnan Bey ile Üniversite Batı Edebiyatı eski öğretmeni Halide Edip Hanımın, ayrıntıları 11 Mayıs 1336 (1920) tarihli ve 20 numaralı karar tutanağında yazılı olduğu üzere, Mülkiye Ceza Yasası’nın kırk beşinci maddesinin birinci fıkrası delaletiyle elli beşinci maddesinin dördüncü fıkrası ve elli altıncı maddesi uyarınca, sahip oldukları askeri ve mülki rütbe ve nişanlarla, her türlü resmi unvanlarının kaldırılmasına ve idamlarına, halen firarda bulunmaları dolayısıyla yasa hükümleri gereğince mallarının haczedilerek, usulüne göre yönetilmesine ilişkin İstanbul bir numaralı sıkıyönetim mahkemesi tarafından gıyaben verilen hüküm ve karar, ele geçirildiklerinde tekrar yargılanmak üzere onaylanmıştır.

Bu Padişah Buyruğu’nu yürütmeye Harbiye Nazırı görevlidir.

24 Mayıs 1336 (1920)

Sadrazam ve Harbiye Nazır Vekili Damat Ferit Paşa

Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları ile ülkesi ve millet için savaşan Türk halkı hakkında da Padişah Vahdettin’in ölüm fermanına bir de Şeyhiüislâm fetvası eklendi. Ferman ve Fetva ile hürriyet için, vatan için canlarını,kanlarını verenlere hain denildi ve ölüme mahkum ettiler.

Konumuzu Belçika’nın eski Ankara B. Elçilerinden De Raymond’un şu sözleriyle sonlandırıyorum. “ Ben Ankara’da oturduğum zaman daima güneşe bakardım. Fakat ben güneşi ufukta değil Çankaya’da görürdüm; gerçek güneş, Çankaya’daki Atatürk denilen güneşti.”

“Ahlâksız insanlar ancak başaramayacakları işleri üstlenirler.”



Diğer Yazıları